T E K - B O Y U T L U
T O P L U M
3: Mutsuz Bilincin Yenilmesi:
Yüceltmenin Baskıcı Çözülüşü
İleri işleyim toplumunun politik bütünleşmesini, büyüyen
uygulayımbilimsel üretkenlik ve insan ve doğa üzerinde artan denetim tarafından
olanaklı kılınan bu başarımı tartıştıktan sonra, şimdi ekin alanında buna
karşılık düşen bir bütünleşmeye döneceğiz. Bu bölümde, yazın alanının belli
anahtar kavramları ve imgeleri ve bunların yazgıları, uygulayımbilimsel
ussallığın ilerlemesinin ''yüksek ekin''deki karşıtlıkçı ve aşkın öğeleri
nasıl eritmekte olduğunu örnekleyeceklerdir. Bunlar gerçekte çağdaş topumun
ileri alanlarında yürürlükte olan yüceltme-çözülüşü sürecine yenik
düşerler.
Bu toplumun başarıları ve başarısızlıkları
onun yüksek ekinini geçersiz kılar. Özerk kişiliğin, hümanizmin, trajik
ve romantik sevginin kutlanışı gelişmenin geri bir evresinin ideali olarak
görünür. Şimdi olmakta olan şey yüksek ekinin kitle ekinine bozulması değil
ama bu ekinin olgusallık tarafından çürütülmesidir. Olgusallık kendi ekinine
baskın çıkar. İnsan bugün ekinsel kahramanlardan ve yarı-tanrılardan daha
çoğunu yapabilir; çözülemez pekçok sorunu çözmüştür. Ama ayrıca yüksek
ekinin yüceltmelerinde saklanmış olan umudu çiğnemiş ve gerçekliği yoketmiştir.
Hiç kuşkusuz, yüksek ekin her zaman toplumsal olgusallık ile çelişki içindeydi,
ve yalnızca ayrıcalıklı bir azınlık onun kutsamalarından yararlanmış ve
ideallerini temsil etmişti. Toplumun iki zıt alanı her zaman birarada varolmuştur;
yüksek ekin her zaman uyumlu olmuş, ve bu arada olgusallık onun idealleri
ve onun gerçekliği tarafından seyrek olarak rahatsız edilmiştir.
Bugünün yeni özelliği ekin ve toplumsal
olgusallık arasındaki zıtlığın yüksek ekindeki karşıtlıkçı, yabancı ve
aşkın öğelerin silinmesi yoluyla düzleştirilmesidir—öğeler ki, onlar yoluyla
yüksek ekin bir başka olgusallık boyutu oluşturuyordu. İki-boyutlu
ekinin bu eritilmesi ''ekinsel değerler''in yadsınması ve reddedilmesi
yoluyla değil, ama yerleşik düzen içersine toptan aktarılmaları yoluyla,
çok geniş bir ölçekte yeniden-üretilmeleri ve sergilenmeleri yoluyla yer
alır.
Gerçekte, toplumsal iç-bağın araçları
olarak hizmet ederler. Özgür bir yazın ve sanatın büyüklüğü, hümanizmin
idealleri, bireyin üzüntü ve sevinçleri, kişiliğin kendini tanıtlaması
Doğu ve Batı arasındaki yarışmacı savaşımda önemli konulardır. Ortaklaşacılığın
yürürlükteki biçimlerine karşı ağır bir dille konuşurlar, ve gündelik olarak
düzenlenip satılırlar. Onları satan toplumla çelişmeleri olgusu önemli
değildir. Nasıl insanlar reklamların ya da politik platformların zorunlu
olarak doğru ya da haklı olmaları gerekmediğini biliyor ya da duyumsuyorlar
ve gene de bunları dinliyor ve okuyor ve giderek kendilerini onlar tarafından
güdülmeye bırakıyorlarsa, yine öyle geleneksel değerleri de kabul ederek
ansal donatımları arasına katarlar. Eğer kitle iletişim araçları uyum içinde,
ve çoğu kez göze çarpmayan bir biçimde, sanatı, politikayı, dini ve felsefeyi
reklamlarla karıştırıyorlarsa, sonuç bu ekin alanlarının ortak paydalarına
indirgenişleri olur—meta biçimine. Ruhun müziği ayrıca satıcının da müziğidir.
Gerçeklik değeri değil, değişim değeri önemlidir. Statükonun ussallığı
bu ikincisi üzerinde özeklenir, ve tüm yabancı ussallık buna boyun eğer.
Özgürlük ve gerçekleşme üzerine büyük
sözler ekranlarda ve radyolarda ve kürsülerde kampanya yapan önderler ve
politikacılar tarafından kullanıldıkları zaman anlamsız seslere dönerler,
ki anlamlarını ancak propaganda, tecim, disiplin ve dinlenme bağlamında
kazanırlar. İdealin olgusal ile bu benzeşmesi idealin bastırılmışlık düzeyine
tanıklık eder. Ruhun ya da tinin ya da iç insanın yüceltilmiş alanından
alaşağı edilir, ve işlemsel terimlere ve sorunlara çevrilir. Kitle ekininin
ilerici öğeleri buradadır. Sapıklık ileri işleyim toplumunun ideallerin
bir somutlaşması olanağı karşısında kaldığı olgusunun belirtecidir. Bu
toplumun yetenekleri içersinde insan koşulunun temsil edildiği, idealleştirildiği
ve suçlandığı yüceltilmiş alanı giderek artan bir biçimde indirgemektedir.
Yüksek ekin özdeksel ekinin parçası olur. Bu dönüşümde, gerçekliğinin en
büyük parçasını yitirir.
Batının yüksek ekini—ki ahlaksal, estetik
ve anlıksal değerlerini işleyimci toplum henüz ileri sürer—zamansal bir
anlamda olduğu gibi işlevsel bir anlamda da ön-uygulayımbilimsel bir ekindi.
Geçerliği bundan böyle varolmayan ve yeniden ele geçirilemeyecek bir dünyanın
deneyiminden türetiliyordu—bir dünya ki, sözcüğün tam anlamıyla uygulayımbilimsel
toplum tarafından geçersiz kılınmıştır. Dahası, Batının yüksek ekini oldukça
yüksek bir düzeyde feodal bir ekin olarak kalmayı sürdürdü, üstelik burjuva
dönem ona en kalıcı formülasyonlarından kimilerini verdiğinde bile. Yalnızca
ayrıcalıklı azınlıklara sınırlanmış olması nedeniyle değil, yalnızca özünlü
romantik öğesi nedeniyle değil (ki şimdi tartışılacaktır), ama o denli
de gerçek çalışmalarının bütün bir tecim ve işleyim alanından, ve bunun
hesaplanabilir ve kazançlı düzeninden bilinçli, yöntemli bir yabancılaşmayı
anlatmış olması nenediyle.
Bu kentsoylu düzen varsıl—ve üstelik
olumlu—temsilini sanat ve yazında bulurken (onyedinci yüzyıl Hollanda ressamlarında,
Goethe'ninWilhelm Meister'ında, ondokuzuncu yüzyıl İngiliz romanında,
Thomas Mann'da olduğu gibi), tecim düzeni ile uzlaşmaz bir zıtlık içinde
duran, onu suçlayan ve yadsıyan bir başka boyut tarafından gölgelenmiş,
kırılmış ve çürütülmüş bir düzen olarak kaldı. Ve yazın alanında, bu öteki
boyutu temsil edenler dinsel, tinsel, ahlaksal kahramanlar değil
(ki bunlar çoğu kez yerleşik düzeni desteklerler), ama dahaçok sanatçı,
fahişe, zina yapan kadın, büyük suçlu ve toplumdışı birey, savaşçı, isyancı-ozan,
şeytan, aptal gibi karışıklık yaratıcı karakterlerdir—bir geçim kazanmayanlar,
en azından düzenli ve olağan bir yolda.
Hiç kuşkusuz, bu karakterler ileri
işleyim toplumunun yazınından yitmiş değildirler, ama özsel olarak dönüşmüş
bir biçimde yaşarlar. Vamp, ulusal kahraman, beatnik, sinirceli ev kadını,
gangster, yıldız, karizmatik parababası ekinsel öncellerinin işlevlerinden
çok ayrı ve giderek bunlara aykırı bir işlev yerine getirirler. Bundan
böyle başka bir yaşam yolunun imgeleri değil ama dahaçok aynı yaşamın ucubeleri
ya da tipleridirler, yerleşik düzenin olumsuzlanmasından çok olumlanmasına
hizmet ederler.
Elbette, öncellerinin dünyası geri,
uygulayımbilim-öncesi bir dünya, eşitsizlik ve zahmet açısından duyuncu
rahat bir dünyaydı ki, orada emek henüz kaçınılmaz bir talihsizlikti; ama
bir dünya ki orada insan ve doğa henüz şeyler ve araçlar olarak örgütlenmiş
değillerdi. Kendi biçim ve davranış kuralları ile, yazın ve felsefesinin
biçem ve sözcükleri ile, bu geçmiş ekin öyle bir evrenin dizem ve içeriğini
anlatıyordu ki, orada vadiler ve ormanlar, köyler ve hanlar, soylular ve
kötüler, salonlar ve avlular yaşanan olgusallığın birer parçası idiler.
Bu uygulayımbilim-öncesi ekinin düzyazı ve şiirinde binek arabalarına binenlerin
ya da dolaşanların, düşünmeye, derin düşünmeye, duymaya ve anlatmaya zaman
ve istekleri olanların dizemi vardır.
Bu zamanı geçmiş ve baskın çıkılmış
bir ekindir, ve ancak düşler ve çocuksu gerilemeler onu yeniden yakalayabilir.
Ama bu ekin, kimi belirleyici öğelerinde, o denli de bir uygulayımbilim-sonrası
ekindir. En ileri imgeleri ve konumları yönetilen rahatlıklara ve uyarılara
soğrulmalarında bile yaşıyor görünürler; uygulayımsal ilerlemenin tamamlanışında
yeniden doğuş olanakları ile bilinci rahatsız etmeyi sürdürürler. Yerleşik
yaşam biçimlerinden özgür ve bilinçli yabancılaşmanın anlatımıdırlar—bir
yabancılaşma, ki yazın ve sanatların bu biçimlere onları süsledikleri yerde
bile karşıtlıklarını belirtiyordu.
Anamalcı toplumda insanın kendisi ve
çalışması ile ilişkisini belirten Marxist kavrama karşıt olarak, sanatsal
yabancılaşma yabancılaşmış varoluşun bilinçli aşılmasıdır—bir ''yüksek
düzey'' ya da dolaylı yabancılaşma. İlerleme dünyası ile çatışma, anamal
düzeninin yadsınması, burjuva yazın ve sanattaki karşı-burjuva öğeler ne
bu düzenin estetik düşüklüğüne ne de romantik tepkiye bağlıdırlar—yitmekte
olan bir uygarlık evresinin nostaljik kutsanışı. ''Romantik'' küçük düşürücü
avant-garde konumlara kolayca yüklenebilen aşağılayıcı bir karalama terimidir,
tıpkı ''yozlaşmış/decadent'' teriminin gerçek yozlaşma etmenlerinden
çok daha sık olmak üzere ölmekte olan bir ekinin gerçekten ilerici çizgilerini
suçluyor olması gibi. Sanatsal yabancılaşmanın geleneksel imgeleri gelişmekte
olan toplumla estetik bağdaşmazlık içinde oldukları ölçüde gerçekten de
romantiktirler. Bu bağdaşmazlık gerçekliklerinin belirtisidir. Anımsattıkları
ve bellekte sakladıkları imgeler geleceği ilgilendirir: ve öyle bir doyumun
imgeleridirler ki, onu bastırmış olan toplumu çözündürecektir. 'Yirmilerin
ve 'Otuzların büyük gerçeküstücü sanat ve yazını bunları bir kez daha devirici
ve özgürleştirici işlevlerinde yeniden yakalamıştır. Temel yazın dilinden
rasgele örnekler bu imgelerin erim ve yakınlıklarını, ve ortaya serdikleri
boyutu belirtebilir: Ruh ve Tin ve Yürek; la recherhce de l'absolut
[saltığı arayış], Les Fleurs du mal [Kötülük Çiçekleri], la femme-enfant
[kadın-çocuk]; the Kingdom by the Sea [Kıyıdaki Krallık]; Le
Bateau ivre [Sarhoş Tekne] ve the Long-legged Bait [Uzun-bacaklı Yem];
Ferne
[Irak] ve Heimat [Vatan]; ama ayrıca şeytan rom, şeytan makine ve
şeytan para; Don Juan ve Romeo; the Master Builder [Usta Yaratıcı] ve When
We Dead Awake [Ölü Uyandığımız Zaman].
Salt sıralanmaları bile yitik bir
boyuta ait olduklarını gösterir. Yazınsal eskilikleri nedeniyle geçersiz
kılınmış değildirler. Bu imgelerden kimileri çağdaş yazına aittir ve onun
en ileri yaratılarında yaşarlar. Geçersiz kılınmış olan şey devirici güçleri,
yokedici içerikleridir—gerçeklikleri. Bu dönüşümde, gündelik yaşamın akışına
yerleşirler. Anlıksal ekinin yabancı ve yabancılaştırıcı başyapıtları tanıdık
mallar ve hizmetler olurlar. Geniş ölçek yeniden-üretim ve tüketimleri
yalnızca nicelikteki bir değişim midir, eş deyişle, ekine yönelik yaygınlaşan
bir saygınlık ve anlayış, ve ekinin demokratlaşması mıdır?
Yazın ve sanatın gerçekliği her zaman
''yüksek'' bir düzende bir gerçeklik olarak kabul edilmiştir (eğer herşeye
karşın kabul edilmişse); ve bu ''yüksek'' düzenin tecim düzenini rahatsız
etmemesi gerekmiş ve gerçekten de rahatsız etmemiştir. Çağdaş dönemde değişmiş
olan şey iki düzen ve gerçeklikleri arasındaki ayrımdır. Toplumun soğurucu
gücü, karşıtlıkçı içeriğini özümseyerek sanatsal boyutu boşaltır. Ekin
alanında, yeni totaliterliğin kendini gösterdiği yer sözcüğün tam anlamıyla
uyumlu-kılıcı bir çoğulculuktur ki, orada en çelişkili yapıtlar ve gerçekler
ilgisizlik içinde barışçıl olarak birarada varolurlar.
Bu ekinsel uzlaşmanın ortaya çıkışından
önce, yazın ve sanat özsel olarak yabancılaşmaydılar, çelişkiyi sürdürüyor
ve koruyorlardı—bölünmüş dünyanın mutsuz bilinci, yenilmiş olanaklar, yerine
getirilmemiş umutlar ve çiğnenmiş sözler. Bunlar ussal, bilgisel birer
güç idiler, insanın ve doğanın olgusallıkta bastırılmış ve püskürtülmüş
bir boyutunu açığa seriyorlardı. Gerçeklikleri uyandırılmış yanılsamada,
yaşamın yılgısını çağırmış ve askıya almış, tanıyarak sindirmiş bir dünya
yaratma üzerine diretmede yaratıyordu. Bu chef-d'oeuvreün tansığıdır;
trajedidir ki sonuna dek sürdürülmüştür, ve trajedinin sonudur—olanaksız
çözümü. Birinin sevgi ve nefretini yaşamak, birinin
olduğu şeyi
yaşamak, yenilgi, çekilme, ve ölüm demektir. Toplumun suçları, insanın
insan için yapmış olduğu cehennem üstesinden gelinemez acunsal güçler olurlar.
Edimsel ve olanaklı arasındaki gerilim
çözülemez bir çatışmaya değiştirilir ve burada uzlaşma yapıtın güzelliğinin
gücüyle biçim olarak bulunur; ''promesse de bonheur'' [mutluluk
sözü] olarak güzellik. Yapıtın biçiminde edimsel durumlar başka bir boyuta
yerleştirilir ve orada verili olgusallık kendisini o olan birşey gibi gösterir.
Böylece kendine ilişkin gerçeği anlatır; dili aldatmanın, bilgisizliğin
ve boyuneğmenin dili olmaya son verir. Kurgu olguları adları ile çağırır
ve egemenlikleri çöker; kurgu gündelik deneyimi devirir ve onu sakat ve
yanlış olarak gösterir. Ama sanat bu büyülü gücü yalnızca olumsuzlamanın
gücü olarak taşır. Kendi öz dilini ancak yerleşik düzeni yadsıyan ve çürüten
imgeler yaşadıkça konuşabilir.
Flaubert'in Madame Bovary
adlı yapıtını çağdaş yazının eşit ölçüde hüzünlü aşk öykülerinden ayıran
şey gerçek yaşamdaki Madam Bovary'nin alçakgönüllü sözlüğünün henüz kahramanın
imgelerini koruması, ya da onun henüz böyle imgeleri kapsayan öyküleri
okuması olgusudur. Onun endişesi öldürücüydü çünkü hiçbir ruhçözümlemeci
yoktu, ve hiçbir ruhçözümlemeci yoktu çünkü onun dünyasında onu iyileştirme
gücü olmayacaktı. Ruhçözümlemeciyi onu yok etmiş olan Yonville düzeninin
parçası olarak geri çevirecekti. Öyküsü ''trajikti'' çünkü içinde yer aldığı
toplum henüz özgürleşmemiş bir cinsel ahlak ve henüz kurumsallaşmamış bir
ruhbilim ile geri bir toplumdu. Onun sorununu o sorunu bastırarak ''çözecek''
toplum henüz gelmemişti. Hiç kuşkusuz onun trajedisinin ya da Romeo ve
Jüliet'in trajedilerinin çağdaş demokraside çözülmüş olduklarını söylemek
saçma olacaktır, ama trajedinin tarihsel özünü yadsımak da saçma olacaktır.
Gelişen uygulayımbilimsel olgusallık yalnızca geleneksel biçimleri değil
ama sanatsal yabancılaşmanın temelinin kendisini de zayıflatır—eş deyişle,
yalnızca sanatın belli ''biçemlerini'' değil ama tözünün kendisini de geçersiz
kılma eğilimindedir.
Hiç kuşkusuz, yabancılaşma sanatın
biricik ırasalı değildir. Sorunun bir çözümlemesi, ve giderek bir bildirimi
bile bu çalışmanın alanının dışındadır, ama belli bir açıklık için bir
kaç noktayı belirtebiliriz. Bütün uygarlık dönemleri boyunca, sanat kendi
toplumuna tam anlamıyla bütünleşmiş olarak görünür. Mısır, Yunan ve Got
sanatları tanıdık örneklerdir; Bach ve Mozart genellikle sanatın ''olumlu''
yanına tanıklık ediyor olarak da gösterilirler. Bir uygulayımbilim-öncesi
ve iki-boyutlu ekinde sanat yapıtının yeri tek-boyutlu bir uygarlıktakinden
oldukça ayrıdır, ama yabancılaşma olumsuz sanatı olduğu gibi olumlu sanatı
da ıralandırır.
Belirleyici ayrım sevinç içinde yaratılan
sanat ve acı içinde yaratılan sanat arasındaki, sağduyu ve sinirce arasındaki
ruhbilimsel bir ayrım değil, ama sanatsal ve toplumsal olgusallık arasındaki
ayrımdır. Toplumsal olgusallıktan kopma, sınırın büyüsel ya da ussal çiğnenişi,
en olumlu sanatın bile özsel bir niteliğidir; o sunulduğu kamunun kendisinden
bile yabancılaşır. Tapınak ya da katedral onların çevresinde yaşamış olan
insanlara ne denli yakın ve ne denli tanıdık olmuş olursa olsun, kölenin,
köylünün ve sanatçının—ve belki de giderek efendilerinin—gündelik yaşamları
karşısında ürkütücü ya da yüceltici bir zıtlık içinde kalıyordu.
Ayinleştirilmiş olsun ya da olmasın,
sanat olumsuzlamanın ussallığını kapsar. İleri konumlarında, sanat Büyük
Reddediştir—var olana başkaldırı. İçlerinde insanların ve şeylerin görünmeye,
şarkı söylemeye ve ses çıkarmaya ve konuşmaya götürüldükleri kipler onların
olgusal varoluşlarını çürütme, kırma ve yeniden-yaratma kipleridir. Ama
bu olumsuzlama kipleri kendisine bağlı oldukları karşıtlıklı topluma haraç
öderler. Toplumun kendisini ve sefilliğini yeniden-üretiş alanı olan emek
alanından ayrılmış olarak, yarattıkları sanat dünyası, tüm gerçekliği ile,
bir ayrıcalık ve bir yanılsama olarak kalır.
Tüm demokratikleşmeye ve halksallaşmaya karşın, sanat
ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyıl içersine doğru bu biçimde
sürer. İçersinde bu yabancılaşmanın kutlandığı ''yüksek ekinin'' kendi
ayinleri ve kendi biçemi vardır.
Salon, konser, opera, tiyatro olgusallığın
başka bir boyutunu yaratmak ve çağırmak için tasarlanırlar. Onlara katılmak
bayramlara özgü bir hazırlığı gerektirir; gündelik yaşantıyı kesintiye
uğratır ve aşarlar.
Şimdi sanatlar ve gündelik düzen arasında
yer alan ve sanatsal yabancılaşmada açık tutulan bu özsel uçurum gelişen
uygulayımbilimsel toplum tarafından aşamalı olarak kapatılır. Ve kapatılması
ile, kendi payına Büyük Reddediş de yadsınır; ''öteki boyut'' işlerin yürürlükteki
durumu içersine soğrulur. Yabancılaşma yapıtlarının kendileri bu toplumun
içersine katılarak işlerin yürürlükteki durumunu süsleyen ve onun ruhçözümlemesini
yapan donatımın özsel bir bileşeni olarak dolaşıma girerler. Böylece reklam
nesneleri olurlar—satar, rahatlatır, ya da heyecan verirler.
Kitle ekininin solcu eleştirmenlerinin
yeni-tutucu eleştirmenleri mutfakta arkatasar müziği olarak Bach'a karşı,
dükkanlardaki Platon ve Hegel, Shelley ve Baudelaire, Marx ve Freud'a karşı
başkaldırı ile alay ederler. Bunun yerine, klasiklerin mozeleyi terkettikleri
ve yeniden yaşama döndükleri, insanların yalnızca çok daha eğitimli oldukları
olgusunun kabul edilmesinde diretirler. Doğrudur, ama yaşama klasikler
olarak dönmekle, yaşama kendilerinden başka birşey olarak dönerler; karşıtlıkçı
güçlerinden, asıl gerçeklik boyutları olmuş olan yabancılaşmadan yoksun
bırakılırlar. Bu yapıtların amaç ve işlevleri böylece temelde değişime
uğramıştır. Eğer bir zamanlar statüko ile çelişki içinde durmuşlarsa, bu
çelişki şimdi dümdüz edilmiştir.
Ama böyle bir özümseme tarihsel olarak
zamanından önce doğmuştur; ekinsel eşitliği baskıcı denetimi sürdürürken
kurar. Toplum feodal-aristokratik ekinin öncelik haklarını ve ayrıcalıklarını
onun içeriği ile birlikte ortadan kaldırmaktadır. Güzel sanatların aşkın
gerçekliklerinin, yaşam ve düşüncenin estetiğinin yalnızca az sayıdaki
varsıl ve eğitimli insana açık olmuş olmaları olgusu baskıcı bir toplumun
yanlışıydı. Ama bu yanlışlık ucuz kitaplar, genel eğitim, uzunçalar plaklar,
ve tiyatro ve konser salonunda resmi giyimin ortadan kalkmasıyla düzeltilmez.1
Ekinsel ayrıcalıklar özgürlüğün türesizliğini, ideoloji ve olgusallık arasındaki
çelişkiyi, anlıksal üretkenliğin özdeksel üretkenlikten ayrılmasını anlatıyorlardı;
ama ayrıca korunan bir alan da sağlıyorlardı ki burada tabulaştırılmış
gerçeklikler soyut bütünlük içinde yaşayabiliyorlardı—onları bastırmış
olan toplumdan uzakta.
Şimdi bu uzaklık uzaklaştırılmıştır—ve
onunla birlikte sınırı çiğneme ve suçlama da. Metin ve ton henüz oradadırlar,
ama onları Luft von anderen Planeten2
[Başka gezegenin havası] yapmış olan uzaklık yenilmiştir. Sanatsal yabancılaşma
tıpkı içersinde edimlendiği yeni tiyatroların ve konser salonlarının mimarisi
denli işlevsel olmuştur. Ve burada da, ussal olan ve kötü olan ayırılamazdır.
Sorgulamaya gerek yok ki yeni mimari Victorian dönemin canavarlıklarından
daha iyi, e.d. daha güzel ve daha kullanışlıdır. Ama ayrıca daha ''bütünleştirilmiştir''—ekinsel
özek alış veriş özeğinin, ya da belediye özeğinin, ya da hükümet özeğinin
uyumlu bir parçası olmaktadır. Egemenliğin kendi estetiği vardır, ve demokratik
egemenliğin demokratik estetiği. Şimdi nerdeyse herkesin güzel sanatları
parmak uçlarında bulabilmesi, ve bunu yalnızca müzik setindeki bir düğmeyi
çevirerek ya da yalnızca bitişikteki dükkana uğrayarak yapabilmesi iyi
bir şeydir. Bununla birlikte, bu yayılım içinde güzel sanatlar içeriklerini
yeniden-yapan bir ekin-makinesindeki çarklar olurlar.
Sanatsal yabancılaşma, başka olumsuzlama
kipleri ile birlikte, uygulayımbilimsel ussallık sürecine yenik düşer.
Eğer değişim uygulayımsal ilerlemenin bir sonucu olarak görülürse, o zaman
derinliğinin ve tersinmezliğinin derecesini açığa serer. Şimdiki evre insanın
ve doğanın olanaklarını olgusallaşmaları için eldeki yeni araçlarla uyum
içinde yeniden tanımlar, ve bunların ışığında, uygulayımbilim-öncesi imgeler
güçlerini yitirirler.
Gerçeklik değerleri büyük bir düzeye
dek insanın ve doğanın kavranmamış ve ele geçirilmemiş boyutu üzerine,
örgütleme ve ayarlama üzerine getirilmiş dar sınırlar üzerine, bütünleşmeye
direnmiş olan ''çözülemez öz'' üzerine dayanıyordu. Tam olarak gelişmiş
işleyimci toplumda, bu çözülemez öz uygulayımbilimsel ussallık tarafından
giderek yontulmaktadır. Açıktır ki, dünyanın fiziksel dönüşümü onun simgelerinin,
imgelerinin ve düşüncelerinin ansal dönüşümünü gerektirir. Açıktır ki,
kentler ve otoyollar ve Ulusal Parklar köylerin, vadilerin ve ormanların
yerini alırken, motorlu tekneler göllerde yarışır ve uçaklar gökleri yarıp
geçerken—o zaman bu alanlar nitelikte ayrı bir olgusallık olarak, birer
çelişki alanı olarak ıralarını yitirirler.
Ve çelişki Logosun işi—''olmayan''
ve ''olan'' arasındaki ussal karşılaşma—olduğu için, ona ait bir iletişim
ortamı olmalıdır. Bu ortam için savaşım, ya da daha doğrusu onun başat
tek-boyutluluğa soğrulmasına karşı savaşım, sanatsal gerçekliği yine iletilebilir
kılacak bir yabancılaşmayı yaratmak için avant-garde çabalarda ortaya çıkar.
Bertolt Brecht bu çabaların kuramsal
temel taslaklarını vermiştir. Yerleşik toplumun bütünsel ırası, oyun yazarını
''çağdaş dünyayı tiyatroda temsil etmek,'' eş deyişle, onu seyircinin oyunun
ileteceği gerçekliği anlayacağı bir yolda temsil etmek henüz olanaklı mıdır
sorusuyla yüz yüze bırakır. Brecht'in yanıtı çağdaş dünyayı böyle temsil
etmenin ancak onu değişime açık özne olarak,3
olumsuzlanacak olumsuzluk durumu olarak temsil edilirse olanaklı olduğudur.
Bu öğretilmesi, kavranılması ve ona göre davranılması gereken öğretidir;
oysa tiyatro eğlencedir, hazdır, ve öyle olması gerekir. Bununla birlikte,
eğlence ve öğrenme karşıtlar değildirler; eğlenme en etkili öğrenme kipi
olabilir. İdeolojik ve özdeksel perdenin arkasında çağdaş dünyanın gerçekte
ne olduğunu ve nasıl değiştirilebileceğini öğretmek için, tiyatro seyircinin
sahnedeki olaylarla özdeşleşmesini kırmalıdır. Empati ve duygu değil, ama
uzaklık ve düşünme gerekir.
''Yabancılaşma-etkisi'' (Verfremdungseffekt)
içinde dünyanın olduğu gibi anlaşılabileceği bu kopmayı üretecektir. ''Gündelik
yaşamın şeyleri kendiliğinden-açık olanın alanının dışına kaldırılırlar.
...''4 '' 'Doğal'
olan olağanüstünün özelliklerini kazanmalıdır. Ancak bu yolda neden ve
etki yasaları kendilerini ortaya serebilirler.''5
''Yabancılaşma-etkisi'' yazın üzerine
yukarıdan dayatılmış değildir. Dahaçok bütünsel davranışcılık gözdağına
karşı yazının kendi yanıtıdır—olumsuzun ussallığını kurtarma girişimi.
Bu girişimde, yazının büyük ''tutucusu'' köktenci eylemci ile gücünü birleştirir.
Paul Valéry şiirsel dilin olumsuzlamaya kaçınılmaz bağlılığı üzerinde diretir.
Bu dilin dizeleri ''ne parlen jamais que de choses absentes/hiçbir zaman
olmayan şeyler üzerine konuşmazlar.''6
Bunlar yokluğuna karşın yerleşik söylem ve davranış evrenini onun en tabulaşmış
olanağı olarak hayalet gibi izleyenden söz ederler—ne cennet ne de cehennem,
ne iyi ne de kötü, ama yalnızca ''le bonheur/mutluluk.'' Böylece şiir dili
bu dünyanın şeylerinden, insanda ve doğada görülebilir, dokunulabilir ve
işitilebilir olandan söz eder—ve görülmeyen, dokunulmayan ve işitilmeyenden.
Olmayanı sunan bir ortamda yaratarak
ve devinerek, şiir dili bir bilgilenme dilidir—ama bir bilgilenme ki olumlu
olanı devirir. Bilgisel işlevinde, şiir düşüncenin büyük görevini
yerine getirir: le travail qui fait vivre en nous ce qui n'existe pas.7
''Olmayan şeyleri'' adlandırmak olan şeylerin tılsımını
kırar; dahası, şeylerin değişik bir düzeninin yerleşik düzen içersine girişi
olur—''le commencement d'un monde/bir dünyanın başlangıcı.''8
Tek bir dünya içersindeki aşkınlık
olan bu öteki düzenin anlatımı için, şiirsel dil sıradan dildeki aşkın
öğelere dayanır.9
Bununla birlikte, tüm iletişim araçlarının yerleşik olgusallığın savunusu
için bütünsel seferberliği anlatım araçlarını aşkın içeriğin iletiminin
uygulayımsal olarak olanaksız olduğu noktaya dek eşgüdüm altına getirmiştir.
Mallarmé'den bu yana sanatsal bilinci kovalamış olan hayalet—şeyleşmiş-olmayan
bir dili konuşmanın, olumsuzu iletmenin olanaksızlığı—bir hayalet olmaya
son vermiştir. Özdekselleşmiştir.
Gerçek avant-garde yazın yapıtları
iletişim ile kopuşu iletirler. Rimbaud ile, ve sonra da dadaizm ve gerçeküstücülük
ile, yazın ekin tarihi boyunca sanatsal ve sıradan dilleri bağlamış olan
söylem yapısının kendisini reddeder. Önerme dizgesi10
(anlam birimi olarak tümce ile) iki olgusallık boyutunun karşılaşmasının,
iletişimlerinin ve iletilmelerinin ortamıydı. En yüce şiir ve en alt düzyazı
bu anlatım ortamını paylaştılar. Sonra, modern şiir ''détruisait les rapports
du langage et ramenait le dicours à des stations de mots.''11
Sözcük tümcenin birleştirici, usauygun
kuralını yadsır. Önceden-saptanmış anlam yapısını patlatır ve, kendisi
bir ''saltık nesne'' olurken, dayanılmaz, kendini-yenen bir evreni belirtir—bir
süreksizliği. Dilbilimsel yapının bu devrilişi doğanın görgülenişinin bir
devrilişini imler:
-
La Nature y devient un discontinu d'objets solitaires et
terribles, parce qu'ils n'ont que des liaisons virtuelles; personne ne
choisit pour eux un sens privilégié ou un emploi ou un service, personne
ne les réduit à la signification d'un comportement mental ou d'une intention,
c'est-à-dire finalement d'une tendresse ... Ces mots-objets sans liaison,
parés de toute la violence de leur éclatement ... ces mots poétiques excluent
les hommes; il n'y a pas d'humanisme poétique de la modernité: ce discours
debout est un discours plein de terreur, c'est-à-dire qu'il met l'homme
en liaison mon pas avec les autres hommes, mais avec les images les plus
inhumaines de la Nature; le ciel, l'enfer, le sacré, l'enfance, la folie,
la matiëre pure, etc.12
Geleneksel sanat gereçleri (imgeler, uyumlar, renkler) ancak
''alıntılar'' olarak, geçmiş anlamın bir reddediş bağlamındaki kalıntıları
olarak yeniden görünürler. Böylece, gerçeküstücü tablolar
-
sind der Inbegriff dessen, was die Sachlichkeit mit einem
Tabu zudeckt, weil es sie an ihr eigenes dinghaftes Wesen gemahnt und daran,
dass sie nicht damit fertig wird, dass ihre Rationalität irrational bleibt.
Der Surrealismus sammelt ein, was die Sachlichkeit den Menschen versagt;
die Entstellungen bezeugen, was das Verbot dem Begehrten antat. Durch sie
errettete er das Veraltete, ein Album von Idiosynkrasieen, in denen der
Glücksanspruch verraucht, den die Menschen in ihrer eigenen technifizierten
Welt verweigert finden.13
Ya da, Bertolt Brecht'in çalışması romans ve Kitschde kapsanan
''promesse de bonheur''ü (ayışığı ve mavi deniz; melodi ve tatlı
yuva; bağlılık ve sevgi) politik bir mayaya dönüştürerek saklar. Onun karakterleri
yitik cennetlerin ve unutulmaz umutların şarkılarını söylerler (''Siehst
du den Mond über Soho, Geliebter?'' ''Jedoch eines Tages, und der Tag war
blau.'' ''Zuerst war es immer Sonntag.'' ''Und ein Schiff mit acht Segeln.''
''Alter Bilbao Mond, Da wo noch Liebe lohnt'')—ve şarkı bir acımasızlık
ve hırs, sömürü, kandırma ve yalanlar şarkısıdır. Aldatılanlar aldatılmalarının
şarkısını söylerler, ama nedenlerini öğrenirler (ya da öğrenmişlerdir),
ve ancak nedenleri (ve onlarla nasıl başa çıkılacağını) öğrenmededir ki
düşlerinin gerçekliğini yeniden kazanırlar.
Büyük Reddedişi yazın dilinde yeniden
yakalama çabaları çürüttükleri tarafından soğrulma yazgısına uğrar. Modern
klasikler olarak, avant-garde ve beatnikler iyi istençli insanları onların
iyi duyunçlarını tehlikeye atmaksızın eğlendirme işlevini paylaşırlar.
Bu soğrulma uygulayımsal ilerleme tarafından aklanır; reddediş sefaletin
ileri işleyim toplumunda hafifletilmesi tarafından çürütülür. Yüksek ekinin
eritilmesi doğanın ele geçirilmesinin, ve darlığın giderek artan bir oranda
yenilmesinin bir yan-ürünüdür.
Değer verilen aşkınlık imgelerini
onları her yerde bulunan gündelik olgusallığının içersine katarak geçersizleştirmekle,
bu toplum çözümsüz çatışmaların denetlenebilir olduğu düzeye, trajedi ve
romansın, ilkörneksel düş ve endişelerin uygulayımsal çözüme ve çözünmeye
duyarlı kılındıkları düzeye tanıklık eder. Ruhsağaltımcı Don Juanlar, Romeolar,
Hamletler, Faustlar ile ilgilenir, tıpkı Oedipus ile ilgilendiği gibi—onları
sağaltır. Dünyanın egemenleri metafiziksel özelliklerini yitirmektedirler.
Televizyonda, basın toplantılarında, parlamento ve açık oturumlarda görünüşleri
reklam sahnesinin ötesindeki sahne için pek uygun değildir,14
oysa eylemlerinin sonuçları sahnenin alanını aşar.
İnsanlık dışı ve türe dışı reçeteler
ussal olarak örgütlenmiş bir bürokrasi tarafından verilmektedir—bir bürokrasi
ki, gene de dirimsel özeğinde görünmez kalır. Ruh duyarlı bir biçimde tartışılamayacak,
çözümlenemeyecek ve anketlenemeyecek çok az giz ve özlem kapsar Yalnızlık,
bireyi toplumuna karşı ve toplumunun ötesinde desteklemiş olan koşulun
kendisi, uygulayımsal olarak olanaksız olmuştur. Mantıksal ve dilbilimsel
çözümleme eski metafiziksel sorunların yalancı sorunlar olduklarını gösterir;
şeylerin ''anlamı'' için araştırma sözcüklerin anlamı için araştırma olarak
yeniden formüle edilebilir, ve yerleşik söylem ve davranış evreni yanıt
için eksiksiz olarak yeterli ölçütleri sağlayabilir.
Bu ussal bir evrendir ki, aygıtının
salt ağırlığı ve yetenekleri ile, tüm kaçışı engeller. Gündelik yaşamın
olgusallığı ile ilişkisinde, geçmişin yüksek ekini pek çok şey olmuştu—karşıtçılık
ve süsleme, haykırış ve vazgeçiş. Ama ayrıca özgürlük alanının görünüşüydü:
uygun davranmayı reddediş. Böyle bir reddediş kendisinden daha doyurucu
görünen bir karşılıkla ödünlenmeksizin engellenemez. Karşıtların yenilmesi
ve birleştirilmesi, ki ideolojik övüncünü yüksek ekinin halksal ekine dönüşümünde
bulur, artmış bir özdeksel doyum zemini üzerinde yer alır. Bu ayrıca yaygın
bir yüceltme-çözülüşüne izin veren zemindir. Sanatsal yabancılaşma
yüceltmedir. Koşulların öyle imgelerini yaratır ki bunlar yerleşik Olgusallık
İlkesi ile uzlaşmazdırlar, ama, ekinsel imgeler olarak, hoş görülebilir
ve üstelik yükseltici ve yararlı bile olurlar. Şimdi bu imgeler geçersiz
kılınırlar. Mutfağa, büroya, dükkana katılmaları, tecim dünyası ve eğlence
için tecimsel alana çıkarılışları bir anlamda yüceltme-çözülüşüdür—dolaylı
doyumun dolaysız doyumla yer değiştirmesi. Ama bu toplum payına bir ''güç
konumu''ndan uygulanan bir yüceltme-çözülüşüdür, çünkü çıkarları yurttaşlarının
en iç itkileri olduğu, ve sunduğu sevinçler toplumsal iç-bağı ve hoşnutluğu
geliştirdiği için, toplum her zaman olduğundan daha çoğunu sunma gücündedir.
Haz İlkesi Olgusallık İlkesini soğurur;
cinsellik toplumsal olarak yapıcı biçimlerde kurtarılmıştır (ya da daha
doğrusu özgür bırakılmıştır). Bu kavram baskıcı yüceltme-çözülüşü kiplerinin
olduğunu imler,15
ki onlarla karşılaştırıldığında yüceltilmiş itkiler ve hedefler toplumsal
tabuları dikkate almayacak denli büyük bir sapma, büyük bir özgürlük ve
büyük bir reddediş kapsarlar. Öyle görünür ki bu baskıcı yüceltme-çözülüşü
gerçekten de cinsel alanda işlemseldir, ve burada, yüksek ekindeki yüceltme-çözülüşünde
olduğu gibi, uygulayımbilimsel olgusallığın toplumsal denetimlerinin yan-ürünü
olarak işler—denetimler ki özgürlüğü genişletirken baskıcı egemenliği yeğinleştirirler.
Yüceltme-çözülüşü ve uygulayımbilimsel toplum arasındaki halkayı aydınlatmanın
en iyi yolu belki de içgüdüsel erkenin toplumsal kullanımındaki değişimi
tartışmak olacaktır.
Bu toplumda, düzenekler üzerinde ve
onlarla harcanan zamanın tümü emek zamanı (e.d. nahoş ama zorunlu zahmet)
değildir, ve makine tarafından tasarruf edilen erkenin tümü işgücü değildir.
Makineleşme ayrıca libidoyu, Yaşam İçgüdülerinin erkesini de ''tasarruf
etmiştir''—eş deyişle, ona önceki olgusallaşma kiplerini yasaklamıştır.
Çağdaş turist ve gezgin ozan ya da zanaatçı arasındaki, montaj zinciri
ve el işi, kasaba ve kent, fabrikada üretilen ekmek ve evde yapılan somun,
yelkenli tekne ve takma motorlu tekne vb. arasındaki romantik zıtlıktaki
gerçekliğin özü budur. Hiç kuşkusuz bu uygulayım-öncesi romantik dünya
sefalet, zahmet ve pislikle doluydu, ve bunlar kendi paylarına tüm haz
ve neşenin arkatasarıydılar. Gene de, orada bundan böyle bulunmayan bir
''görünüm,'' bir libidinal deneyim ortamı vardı.
Bunun yitişiyle (kendisi ilerlemenin
tarihsel bir öngereği), bütün bir insan etkinlik ve edilginlik boyutu erotizmini
yitirmiştir. Bireyin haz duyabileceği çevre—ki birey buna nerdeyse genleşmiş
bir beden bölgesi denli doyum verici olarak ruhsal erkesini yatırabiliyordu—belirgin
bir biçimde küçülmüştür. Böylece, libidinal yatırım [kateksis, Besetzung]
''evreni'' de benzer olarak küçülmüştür. Sonuç libidonun bir bölgeselleşmesi
ve sıkışması, erotik yaşantı ve doyumun cinsel yaşantı ve doyuma indirgenmesidir.16
Örneğin, bir kırda ve bir otomobilde,
kasaba duvarlarının dışındaki bir aşıklar yolunda ve bir Manhattan caddesinde
sevişmeyi karşılaştırın. İlk durumlarda çevre libidinal yatırıma katılır
ve ona çağrıda bulunur ve kendisi erotikleştirilme eğilimindedir. Libido
dolaysız erotojenik bölgelerin ötesine aşar—baskıcı-olmayan bir yüceltme
süreci. Karşıt olarak, mekanikleştirilmiş bir çevre libidonun böyle bir
kendini-aşmasını engelliyor görünür. Erotik doyum alanını genişletme çabasında
güdülenerek, libido daha az ''çok-şekilli'' olur, belli bölgelere indirgenmiş
cinselliğin ötesindeki erotizme yeteneği azalır, ve bu bölgesel
cinsellik yeğinleşir.
Böylece erotik erkeyi azaltarak ve
cinsel erkeyi yeğinleştirerek, uygulayımbilimsel olgusallık yüceltmenin
alanını sınırlar. Ayrıca yüceltme için gereksinimi de azaltır. Ansal
aygıtta, istenen ve izin verilen arasındaki gerilim önemli ölçüde azaltılmış
görünür, ve Olgusallık İlkesi bundan böyle içgüdüsel gereksinimlerin yaygın
ve acılı bir dönüşümünü gerektirmiyor görünür. Birey kendini en iç gereksinimlerinin
yadsınmasını istiyor görünmeyen bir dünyaya uyarlamalıdır—bir dünya ki
özsel olarak düşman değildir.
Örgenlik böylece sunulanın kendiliğinden
kabullenimi için ön-koşullandırılır. Daha büyük özgürlük içgüdüsel gereksinimlerin
bir genleşme ve gelişmesinden çok bir sıkışmasını gerektirdiği ölçüde,
genel baskı statükosuna karşı olmaktan çok ondan yana çalışır:
''kurumsallaşmış yüceltme-çözülüşü''nden söz edilebilir. Bu sonuncusu zamanımızın
yetkeci kişiliğinin oluşturulmasında dirimsel bir etmen olarak görünür.
Sık sık belirtilmiştir ki ileri işleyim uygarlığı büyük
bir cinsel özgürlük derecesi ile ''işler''—cinsel özgürlüğün bir pazar
değeri ve bir toplumsal kurallar etmeni olması anlamında. Bir emek aracı
olmaya son vermeksizin, bedene cinsel özelliklerini gündelik çalışma dünyasında
ve çalışma ilişkilerinde sergileme izni verilir. Bu işleyimci toplumun
benzersiz başarımlarından biridir, ve pis ve ağır bedensel emeğin azaltılması
yoluyla, ucuz, çekici giysilerin, güzellik ekininin, ve bedensel temizliğin
elde edilebilirliği yoluyla, reklamcılık işleyiminin gerektirdikleri vb.
yoluyla olanaklı kılınmıştır. Seksi sekreter ve tezgahtar kızlar, yakışıklı,
erkeksi ast işletmeci ve müşteri rehberi yüksek pazar değerleri olan metalardır,
ve uygun metreslere iyelik—bir zamanlar kralların, prenslerin ve lordların
ayrıcalığı—iş topluluğunda en az övülen konumların bile yükselişini kolaylaştırır.
İşlevselcilik, sanatsallaşarak, bu
eğilimi hızlandırır. Dükkanlar ve bürolar kendilerini dev pencerelerin
içinden gösterir ve çalışanlarını sergilerler; içerde, yüksek tezgahlar
ve saydam-olmayan bölmeler indirilir. Büyük apartman blokları ve banliyö
evlerindeki gizliliğin aşınması daha önce bireyi kamusal varoluştan ayırmış
olan engeli kırar ve başka karıların ve başka kocaların çekici niteliklerini
daha kolayca sergiler.
Bu toplumsallaşma çevrenin erotiksizleştirilmesi
ile çelişkili değil ama tümleyicidir. Cinsiyet çalışma ve kamu ilişkileri
ile bütünleşir ve böylece (denetlenen) doyuma daha açık kılınır. Uygulayımsal
ilerleme ve daha rahat yaşam libidinal bileşenlerin yöntemli olarak meta
üretim ve değişim alanı içersine alınışına izin verir. Ama içgüdüsel erkenin
devingenleştirilmesi ne denli denetimli olursa olsun (bu zaman zaman libidonun
bilimsel bir yönetimine dek varır), içgüdüsel erke ne denli statüko için
bir dayanak olarak hizmet ederse etsin, yönetilen bireyler için de doyum
vericidir, tıpkı deniz motoruyla yarışmanın, çim biçme makinesini sürmenin
ve otomobille hız yapmanın birer eğlence olmaları gibi.
Libidonun bu devingenleştirilmesi
ve yönetimi istemli uyumu, terörün yokluğunu, bireysel gereksinimler ve
toplumsal olarak gerekli istek, hedef ve özlemler arasındaki önceden-saptanmış
uyumu büyük ölçüde açıklayabilir. İnsan varoluşundaki aşkın etmenlerin
uygulayımbilimsel ve politik olarak yenilmeleri, ileri işleyim uygarlığının
ırasalı olan bu olgu, burada kendini içgüdüsel alanda ileri sürer: boyuneğme
yaratan ve başkaldırının ussallığını zayıflatan bir yolda doyum.
Toplumsal olarak izin verilebilir
ve istenebilir doyumun erimi büyük ölçüde genişletilir, ama bu doyum yoluyla,
Haz İlkesi indirgenir—yerleşik toplum ile uzlaşmaz olan istemlerinden yoksun
bırakılır. Haz, böyle ayarlandığında, boyuneğme yaratır.
Ayarlanmış yüceltme-çözülüşünün hazları
ile karşıtlık içinde, yüceltme baskıcı toplumun bireye dayattığı vazgeçmelerin
bilincini saklar, ve böylelikle özgürlük için gereksinimi sürdürür. Hiç
kuşkusuz, tüm yüceltme toplumun gücü tarafından dayatılır, ama bu gücün
mutsuz bilinci daha şimdiden yabancılaşmayı yarıp geçer. Hiç kuşkusuz,
tüm yüceltme içgüdüsel doyuma toplumsal engeli kabul eder, ama o denli
de bu engeli çiğneyip aşar.
Üst-ben, bilinçaltının açığa çıkmasını
yasaklayarak ve duyunç aşılayarak, o denli de yasaklayıcıyı yasaklar çünkü
gelişmiş duyunç yasaklanmış kötü edimi yalnızca bireyde değil ama onun
toplumunda da kaydeder. Evrik olarak, özgür olmayan bir toplum tarafından
verilen doyum sağlayıcı özgürlüklere bağlı duyunç yitimi bu toplumun kötü
edimlerinin kabullenilişini kolaylaştıran bir mutlu bilinç yaratma
yönünde etkilidir. Bu özerklikte ve kavramada gerilemenin belirtisidir.
Yüceltme yüksek bir özerklik ve kavrayış derecesini gerektirir; bilinçli
ve bilinçsiz arasındaki, birincil ve ikincil süreçler arasındaki, anlak
ve içgüdü, vazgeçme ve başkaldırı arasındaki aracıdır. Örneğin sanatsal
yapıtlar gibi en başarılı kiplerinde, yüceltme bastırmayı ona boyun eğerken
yenen bilişsel güç olur.
Bu yüceltme kipinin bilişsel işlevinin
ışığında, ileri işleyim toplumundaki başıboş yüceltme-çözülüşü gerçek uyuşumcu
işlevini açığa serer. Cinselliğin (ve saldırganlığın) bu özgürleşmesi içgüdüsel
dürtüleri yerleşik doyum evreninin baskıcı gücünü açığa vuran mutsuzluğun
ve hoşnutsuzluğun çoğundan özgürleştirir. Hiç kuşkusuz, yaygın bir mutsuzluk
vardır, ve mutlu bilinç yeterince zayıftır—korku, düşkırıklığı, ve tiksinti
üzerinde ince bir yüzey. Bu mutsuzluk kendini kolayca politik seferberliğe
bırakır; bilinçli gelişim için alan bulamayınca, yeni bir faşist yaşam
ve ölüm yolu için içgüdüsel kaynak olabilir. Ama mutlu bilincin altındaki
mutsuzluğun toplumsal düzen için bir güç ve iç-bağ kaynağına dönüştürülmesini
sağlayabilecek birçok yol vardır. Mutsuz bireyin çatışmaları sağaltıma
şimdi Freud'un ''uygarlıktaki hoşnutsuzluğu''na yol açmış olanlardan çok
daha yatkın görünürler, ve ''çağımızın sinirceli kişiliği''nin terimlerinde
Eros ve Tanatos arasındaki bengi savaşımın terimlerinde olduğundan daha
yeterli olarak tanımlanıyor görünürler.
Denetlenen yüceltme-çözülüşünün yerleşik
Olgusallık İlkesine karşıt içgüdüsel başkaldırıyı zayıflatabilme yolu cinselliğin
klasik ve romantik yazında ve çağdaş yazınımızdaki sunuluşları arasındaki
zıtlık tarafından aydınlatılabilir. Eğer asıl tözlerinde ve iç biçimlerinde
erotizme bağlılık tarafından belirlenen yapıtlar arasında, Racine'denPhëdre,
Goethe'den Wahlverwandtschaften, Baudelaire'den Les Fleurs du
Mal, Tolstoy'dan Anna Karenina gibi birbirlerinden özsel olarak
ayrı örnekler seçilirse, cinsellik tutarlı olarak oldukça yüceltilmiş,
''dolaylı kılınmış,'' yansıtılmış biçimde görünecektir—ama bu biçimde,
saltık, ödünsüz, koşulsuzdur. Eros'un egemenlik alanı, başından bu yana,
o denli de Tanatos'un egemenlik alanıdır. Yerine getirme yok etmedir, ahlaksal
ya da toplumbilimsel değil ama varlıkbilimsel bir anlamda. İyi ve kötünün
ötesinde, toplumsal ahlakın ötesindedir, ve böylece bu Eros'un yadsıdığı
ve patlattığı yerleşik Olgusallık İlkesinin eriminin ötesinde kalır.
Karşıt olarak, yüceltme boyutunu yitirmiş
cinsellik O'Neil'in alkoliklerinde ve Faulkner'in yabanıllarında,
Streetcar
Named Desire'da ve Hot Tin Roof altında, Lolita'da, tüm
Hollywood ve New York orgilerinde ve varoş ev-kadınlarının serüvenlerinde
dizginsizce bulunur. Bu sonsuz kertede daha gerçekçi, gözüpek, engelsizdir.
İçinde yer aldığı toplumun özsel bir öğesidir, ama hiçbir yerde onun olumsuzlanışı
değildir. Olmakta olan hiç kuşkusuz yabanıl ve açık-saçık, erkeksi ve tatlı,
bütünüyle ahlaksızdır—ve, tam bu nedenle, bütünüyle zararsız.
Uzlaşmaz düşlerinin asıl belirtisi
olmuş olan yüceltilmiş biçimden kurtulmuş olarak—bir biçim ki içinde öykünün
anlatıldığı biçemdir, dildir—, cinsellik baskı düzeninin best-sellerleri
için bir araca döner. Balzac'ın fahişe Esther'e ilişkin olarak söyledikleri
çağdaş yazındaki seksi kadınların hiçbiri için söylenemez: ''onunki ancak
sonsuzlukta çiçeklenen narinlikti.'' Bu toplum dokunduğu herşeyi gizil
bir ilerleme ve sömürü, angarya ve doyum, özgürlük ve
baskı kaynağına çevirir. Cinsellik kuraldışı değildir.
Denetlenen yüceltme-çözülüşü düşüncesi
baskılanmış cinsellik ve saldırganlığın eşzamanlı bir salınışı olanağını
imler, bir olanak ki Freud'un iki birincil itki arasında dağılım için eldeki
değişmez içgüdüsel erke nicesi düşüncesiyle bağdaşmaz görünür. Freud'a
göre, cinselliğin (libido) güçlendirilmesi zorunlu olarak saldırganlığın
zayıflamasını getirir, ve evrik olarak. Bununla birlikte, eğer toplumsal
olarak izin verilen ve yüreklendirilen libido salınışı bölümsel ve bölgesel
cinselliğin salınışı olacaksa, erotik erkenin edimsel bir sıkıştırılmasına
eşdeğer olacak, ve bu yüceltme-çözülüşü yüceltilmiş olduğu gibi yüceltilmemiş
saldırganlık biçimlerinin büyümesi ile de bağdaşabilir olacaktır. Saldırganlık
bütün çağdaş işleyim toplumunda dizginsizce ortadadır.
Saldırganlık bireylerin normal ulusal
hazırlanmışlık döneminde kendi çözülüş ve dağılışları tehlikesine alışmakta
oldukları bir normalleşme derecesine mi erişmiştir? Ya da bu kabulleniş
bütünüyle bu konuda pek birşey yapmadaki güçsüzlüklerine mi bağlıdır? Her
ne olursa olsun, kaçınılabilir, insan-yapımı yokolma tehlikesi insanların
özdeksel olduğu gibi ansal yaşamlarının da olağan bir donatımı olmuştur,
öyle ki bundan böyle yerleşik toplumsal dizgeyi suçlamaya ya da çürütmeye
hizmet edemez. Dahası, gündelik yaşamlarının parçası olarak, giderek onları
bu dizgeye bağlamayı bile başarabilir. Saltık düşman ve yüksek yaşam ölçünü
(ve istenen iş alanı düzeyi!) arasındaki ekonomik ve politik bağıntı yeterince
saydamdır, ama ayrıca kabul edilecek denli ussal.
Yoketme İçgüdüsünün (son çözümlemede:
Ölüm İçgüdüsünün) insanın ve doğanın uygulayımsal ele geçirilişini besleyen
erkenin büyük bir bileşeni olduğunu varsayarsak, öyle görünür ki toplumun
uygulayımsal ilerlemeyi ayarlama konusundaki giderek artan sığası ayrıca
bu
içgüdüyü ayarlama ve denetleme, e.d. ''üretken bir yolda'' doyurma
sığasını da arttırır. O zaman toplumsal iç-bağ en derin içgüdüsel köklerde
güçlendirilmiş olacaktır. En yüksek riski, ve giderek savaş olgusu bile,
yalnızca umutsuz bir kabullenim ile değil, ama kurbanlar payına içgüdüsel
bir onay ile de karşılaşacaktır. Burada da, karşımızda olan şey denetlenen
yüceltme-çözülüşü olacaktır.
Kurumsallaşmış yüceltme-çözülüşü
böylece tek-boyutlu toplum tarafından başarılan ''aşkınlığı yenme'' olgusunun
bir yanı olarak görünür. Bu toplum nasıl politika ve yüksek ekin alanlarında
karşıtçılığı (nitel ayrım!) indirgeme ve giderek soğurma eğiliminde ise,
içgüdüsel alanda da aynı şeyi yapmaktadır. Sonuç çelişkileri ve almaşıkları
kavrayacak ansal örgenlerin küçülmesidir ve, uygulayımbilimsel ussallığın
arta kalan tek boyutunda Mutlu Bilinç hüküm sürmeye başlar.
Bu bilinç olgusalın ussal olduğu,
ve yerleşik dizgenin, herşeye karşın, beklenenleri yerine getirdiği inancını
yansıtır. İnsanlar üretken aygıtta etkili düşünce ve eylem etmenini bulmaya
götürülürler, ve kişisel düşünce ve eylemlerini ona teslim edebilirler
ya da etmelidirler. Ve bu aktarmada, aygıt da ahlaksal bir etmen rolünü
üstlenir. Duyunçşeyleşme tarafından, şeylerin genel zorunluğu tarafından
bağışlanır.
Bu genel zorunlukta suçluluğun hiçbir
yeri yoktur. Tek bir insan yüzlerce ve binlerce insanı yokeden işareti
verebilir, ve sonra tüm duyunç sızılarından özgür olduğunu bildirip sonuna
dek mutlu olarak yaşayabilir. Savaş alanlarında faşizmi yenen anti-faşist
güçler Nazi bilimci, general ve mühendislerin ürünlerinden yarar sağlarlar;
arkadan-gelenin tarihsel üstünlüğü onlardadır. Toplama kamplarının dehşeti
olarak başlayan şey insanları olağandışı koşullar için eğitme etkinliğine
döner—bir yeraltı insan varoluşu ve radyoaktif besinin günlük alınışı.
Bir Hıristiyan rahip komşunuzun bomba sığınağınıza girmesini eldeki tüm
araçlarla önlemenin Hıristiyan ilkelerle çelişmediğini bildirir. Bir başka
Hıristiyan rahip meslektaşıyla çelişir ve tersini ileri sürer. Kim haklıdır?
Yine, uygulayımbilimsel ussallığın yansızlığı kendini politikanın üzerinde
ve ötesinde gösterir, ve yine düzmece olarak ortaya çıkar, çünkü iki durumda
da baskıcı denetim politikasına hizmet eder.
-
''Toplama kamplarının dünyası ... alışılmadık denli canavarca
bir toplum değildi. Orada gördüğümüz şey hergün içersine daldığımız cehennemi
toplumun imgesi ve bir anlamda özüydü.''17
Öyle görünür ki, en korkunç sınır-aşmalar
bile öyle bir yolda bastırılabilirler ki, tüm kılgısal amaçlara karşın,
toplum için bir tehlike olmaya son vermişlerdir. Ya da, eğer patlak vermeleri
bireyde işlevsel rahatsızlıklara götürüyorsa (bir Hiroşima pilotu durumunda
olduğu gibi), bu durum toplumun işlev görmesini bozmaz. Bir akıl hastanesi
rahatsızlığı ele alır.
Mutlu Bilincin hiçbir sınırı yoktur—ölüm
ve biçimsizleştirme oyunları düzenler, öyle ki bunlarda eğlence, takım
çalışması, ve stratejik önem ödüllendirici toplumsal uyumda biraraya karışırlar.
The Rand Corporation, ki bilginliği, araştırmayı, orduyu, iklimi, ve iyi
yaşamı birleştirir, ''RANDom News,'' cilt 9, sayı 1'de, BETTER SAFE THAN
SORRY/ÜZÜLMEKTENSE GÜVENLİK başlığı altında, bağışlatıcı bir incelik biçemi
ile bu tür oyunları anlatır. Roketler vızıldamakta, Hidrojen bombası beklemekte
ve uzay-uçuşları sürmektedir, ve sorun ''ulusun ve özgür dünyanın nasıl
korunacağıdır.'' Tüm bunlarda, askeri planlamacılar kaygılıdırlar, çünkü''
riske girmenin, denemenin ve bir yanlış yapmanın bedeli korku verici ölçüde
yüksek olabilir.'' Ama burada RAND içeri girer; RAND rahatlatır, ve ''RAND
GÜVENLİKTE gibi aygıtlar tabloya girer.'' İçersine girdikleri tablo 'gizli-değil'
damgasını taşır. Öyle bir tablodur ki onda ''dünya bir harita olur, misiller
yalnızca simgeler [çok yaşa simgeciliğin yatıştırıcı gücü!], ve savaşlar
yalnızca [yalnızca] kağıt üzerindeki tasarlar ve hesaplamalar olurlar ...''
Bu tabloda, RAND dünyayı ilginç bir uygulayımbilimsel oyuna çevirmiştir,
ve insanlar gevşeyebilirler—''askeri plancılar risk olmaksızın değerli
'bireşimli' deneyim kazanabilirler.''
-
OYUNU OYNAMAK
Oyunu anlamak için ona katılmak gerekir,
çünkü anlama ''deneyimdedir.''
GÜVENLİK oyuncuları Hava Kuvvetlerinden
olduğu gibi RAND'in aşağı yukarı tüm şubelerinden de gelmiş oldukları için,
Mavi takımda bir fizikçi, bir mühendis ve bir ekonomist bulabiliriz. Kızıl
takım da benzer bir kesitleme gösterecektir.
İlk güne oyunun nelere ilişkin olduğu
konusunda ortak bir brifing ve kuralların bir incelemesi ile başlanır.
Takımlar sonunda kendi odalarındaki haritaların çevresinde yerlerini alınca
oyun başlar. Her takım politik bildirimini Oyun Yöneticisinden alır. Bu
bildirimler, genellikle Denetleme Kümesinin bir üyesi tarafından hazırlanmış
olarak, oyun zamanındaki dünya durumunun bir hesaplamasını, karşıt takımın
politikası üzerine belli bir bilgiyi, takımın ulaşacak olduğu hedefleri,
ve takımın bütçesini verir. (Geniş bir stratejik olanaklar erimini araştırmak
için, politikalar her oyun için değiştirilir.)
Varsayımsal oyunumuzda Mavi'nin hedefi
oyun boyunca caydırıcı bir yeteneği sürdürmektir—eş deyişle, öyle bir gücü
sürdürmek ki, Kızıl'a karşı bir geri vuruş yeteneği ile Kızıl'ın bir saldırı
riskini göze almasını önleyebilsin. (Mavi ayrıca Kızıl politika üzerine
belli bir ölçüde bilgilendirilir.)
Kızıl'ın politikası Mavi üzerinde
güç üstünlüğü kurmaktır.
Mavi ve Kızıl'ın bütçeleri edimsel
savunma bütçeleri ile orantılıdır...
Oyunun 1961'den beri RAND'de, ''aşağıda labirent benzeri
bodrum katımızda, Snack Barın altında bir yerlerde'' oynanmış olduğunu,
''Kızıl ve Mavi odaların duvarlarındaki listelerin takımların satın aldıkları
silah ve gereçleri sıraladığını ve bunların toplu olarak yaklaşık yetmiş
parça'' olduğunu işitmek rahatlatıcıdır. Bir ''Oyun Yöneticisi'' vardır
ki oyun kurallarını yorumlar, çünkü gerçi ''çizgeler ve tablolarla eksiksiz
kurallar kitabı 66 sayfa'' olsa da, oyun sırasında kaçınılmaz olarak sorunlar
doğar. Oyun Yöneticisinin bir başka önemli işlevi de vardır: ''Oyunculara
önceden bildirmeden,'' ''varolan askeri güçlerin etkililiğinin bir ölçüsünü
almak üzere savaşı başlatır.'' Ama sonra ekranda bildirilir: ''Kahve, Kek,
ve Düşünceler.'' Gevşeyin! ''Oyun geri kalan dönemler boyunca sürer—sona
erdiği 1972'ye dek. Sonra Mavi ve Kızıl takımlar misilleri gömer ve 'post-mortem'
oturumda kahve ve kek için biraraya gelirler.'' Ama fazla gevşemeyin: ''edimsel
bir dünya durumu vardır ki etkili olarak GÜVENLİKe çevrilemez,'' ve bu
''görüşme''dir. Buna minnettarız: edimsel dünya durumunda kalan biricik
umut RAND'in eriminin ötesindedir.
Açıktır ki, Mutlu Bilinç alanında
suçluluk duygusunun hiçbir yeri yoktur, ve hesaplama duyuncun sorumluluğunu
üstlenir. Bütünün kendisi tehlikedeyken, bütünü reddetme ya da savunmama
suçu dışında başka hiçbir suç yoktur. Kabahat, suç ve suçluluk duygusu
kişisel bir sorun olurlar. Freud bireyin ruhunda insanlık suçlarını, bireysel
durum öyküsünde bütünün tarihini açığa serdi. Bu uğursuz halka başarılı
bir biçimde bastırılır. Kendilerini bütünle özdeşleştirenler, bütünün önderleri
ve savunucuları olarak atananlar yanlışlar yapabilirler, ama kabahat işleyemezler—suçlu
değildirler. Bu özdeşleşme bundan böyle geçerli olmadığında, geçip gittikleri
zaman, yine suçlu olabilirler.
1Bir yanlış anlama yok:
kabul edilebilir oldukları sürece, cep kitapları, geneleğitim ve uzun-çalarlar
gerçek birer nimettirler. GERİ
2Stefan George, Arnold
Schönberg'in Fa Diyez Minör Kuartetinde. Bkz.Th. W. Adorno, Philosophie
der neuen Musik. (J. C. B. Mohr, Tübingen,1949), s. 19 vs. GERİ
3Bertolt Brecht, Schriften
zum Theater (Berlin ve Frankfurt, Shurkamp, 1957), s. 7, 9. GERİ
4A.g.y. s, 76.
GERİ
5A.g.y. s. 63.
GERİ
6Paul Valery, ''Poesie
et Pensee Abstraite,'' Oeuvres'de (édition de la Pléiade, Paris,
Gallimard, 1957), cilt I, s. 1324. GERİ
7''var olmayanı bizde
yaşatan çaba.'' A.g.y., s. 1333. GERİ
8A.g.y., s. 1327
(müzik diline gönderme ile). GERİ
9Bkz. aşağıda bölüm
VII. GERİ
10Bkz. aşağıda bölüm
V. GERİ
11''dilin ilişkilerini
yoketti ve söylemi sözcüklerin sahnesine geri getirdi.'' Roland
Barthes, Le Degre zero de l'ecriture. Paris, Editions du Sevil,
1953, s. 72 (italikler benim). GERİ
12''Doğa bir yalnız
ve korkunç nesneler süreksizliği olur, çünkü bunların yalnızca gizil bağları
vardır. Hiç kimse onlar için ayrıcalıklı bir anlam ya da kullanım ya da
hizmet seçmez. Hiç kimse onları ansal bir tutum ya da bir niyet, eş deyişle,
son çözümlemede, bir sevecenlik anlamına indirgemez. ... Patlayıcı güçlerinin
tüm şiddeti ile silahlanmış bu bağlantısız söz-nesneler ... bu şiirsel
sözcükler insanları dışlar. ''Modernlik''te hiçbir şiirsel insancılık yoktur:
bu söylem terör dolu bir söylemdir ki, insanı başka insanlarla değil ama
doğa, cennet, cehennem, kutsal, çocukluk, delilik, arı özdek vb.nin en
insanlık dışı imgeleri ile ilişkilendirir.'' A.g.y., s. 73 vs. GERİ
13''[Gerçeküstücü tablolar]
... olgusallığı şeyleşme olarak ve usdışını ussallığı içinde ele verdiği
için işlevselciliğin tabularla örttüğü şeyi biraraya topladılar. Gerçeküstücülük
işlevselciliğin insana yasakladığını yeniden yakalar; çarpıtmalar tabunun
istenen şeye yaptıklarını gösterirler. Böylece gerçeküstücülük eskimiş
olanı kurtarır—özgünlüklerden bir albüm ki orada mutluluk istemi uygulayımcı
temellere oturmuş dünyanın insana yadsıdığı şeyi buharlaştırır.'' Theodor
W. Adorno, Noten zur Literatur. (Berlin-Frankfurt, Suhrkamp, 1958),
s. 160. GERİ
14Televizyona ve basına
bile meydan okuyabilecek efsanevi devrimci kahraman henüz vardır—dünyası
''az gelişmiş'' ülkelerin dünyasıdır. GERİ
15Bkz. Eros ve Uygarlık.
(İstanbul: İdea Yayınevi, 1998), özellikle Altbölüm On. GERİ
16Freud'un geç çalışmalarında
kullanılan terminoloji ile uyum içinde: cinsellik ''özelleşmiş'' bölümsel
itki olarak; Eros bütün örgenliğin itkisi olarak. GERİ
17E. Ionesco, Nouvelle
revue Française'de, Temmuz 1956; London Times Literary Supplement,
March 4, 1960 alıntısına göre. Herman Kahn bir 1959 RAND
incelemesinde (RM-2206-RC) ileri
sürer ki ''insanların aşırı-kalabalık sığınaklara benzer çevrelerde (toplama
kampları, Rus ve Almanların kalabalık yük taşıtlarını, asker gemilerini,
kalabalık hapishaneleri ... kullanımları vb.) sağ kalışları üzerine bir
inceleme yapılmalıdır. Kimi yol gösterici yararlı ilkeler bulunabilir ve
sığınak izlencesine uyarlanabilir.'' GERİ
© İDEA YAYINEVİ 1999
Bu sayfa 12/02/1999 tarihinde yüklenmiştir